31 Ocak 2019 Perşembe

Çanakkale, Bozcaada, Assos Gezi Notları-2

Uzun zamandır ödenmeyi bekleyen borcunu henüz kapatabilmiş bir emeklinin yüzünde oluşan gururla karışık gülümsemeyle uyandım 30 Ağustos sabahı. Baharatlanmış halini daha başarılı bulduğum yumurtalı ekmeklerden fazladan bir iki tane daha yedikten sonra Bozcaada'ya gitmek için Çanakkale İskelesi'ne doğru yola koyulduk.

Ahlat Ağacı filminden bir sahne
Kaldığımız pansiyonu seçerken en önemli kriter olan heykellerle süslü köprüden geçerken Nuri Bilge'nin son filminde geçen köprüdeki o sahneyi aklıma getirmeye çalıştıysam da göz ucuyla sağda solda aradığım eksik heykeller yüzünden köprünün sonuna gelmiştim. 
Günde yalnızca iki kez yapılan Bozcaada seferini kaçırmamak için adımlarımızı biraz daha çabuk atmaya başlamıştık. Ancak bu gayretin nafile olduğunu gişedeki görevli, boğazda yapılan yüzme yarışları nedeniyle sefer saatinin ertelendiğini söyleyene dek asla bilemezdik.

Çanakkale Boğazı yüzme yarışları
Fırsattan istifade boğaza karşı kahvelerimizi yudumlarken güçlü akıntıya rağmen 7 km'lik parkuru tamamlayıp boğazı yüzerek geçen her yaştan insanı gördükçe kafamın bir köşesinde saklı duran mutlaka yapılacaklar listesine yeni bir madde ekleniyordu.  

Sahil güvenliğin 30 Ağustos Zafer Bayramı'nı selamlayan çok da mana veremediğim akrobatik su gösterileri sonrası gecikmeli de olsa yol almaya başladık. 

Vapur usulca Ege sularına doğru karışırken geriye doğru dönüp boğaza bakarak bir asır önce uğradıkları bozgun sonucu boğazı terk etmek zorunda kalan müttefik amirallerin yaşadığı ümitsizliği hissetmeye çalıştım. Elbette onlar da bilemezdi bu gayretin nafile olduğunu, yalnızca üç yıl sonra hiçbir engelle karşılaşmadan İstanbul'u teslim almaya gidebileceklerini belki hayal bile edemezlerdi.

Vapur, Bozcada'ya doğru yanaşırken biz de adada nasıl vakit geçirebiliriz nerede konaklayabiliriz diye biraz araştırma yapmaya başlamıştık. Araştırma yapmak için biraz geç kalmış olabiliriz, nedense son zamanlarda "kervan yolda düzülür" taktiğiyle seyahat etmeye başladık. Yeni gelişen bu seyahat anlayışı araştırma yapma üşengeçliğinden mi yoksa özgürce anı yaşama arzusundan mı kaynaklanıyordu henüz kestiremedim.

Adanın sokaklarında keşif yürüyüşleri yaparken sırtımızda giderek ağırlaşan çantalardan da kurtulabilmek için konaklayacak bir yerler aramaya başladık. Ne düzenli sokaklarında sıralanmış mavi beyaz Rum evlerinde  ne de düzene itiraz eden kıvrımlı dar yollara konuşlanmış ahşap cumbalı evlerin olduğu Türk mahallesinde boş bir oda bulamadık. Önceden planlama yapmadığım için yavaştan kendime kızmaya başlıyorken  Fatma Abla çıktı karşımıza. Kendisinin de bir konuk evi varmış fakat orada da yer yok, malum 30 Ağustos bugün resmi tatil ve yazın son günleri... Ada oldukça kalabalık, neyse ki Fatma Abla bize adanın ortasında bir bağ evi olan arkadaşında konaklayabileceğimizi söyledi, biz de adresi alıp doğruca yola koyulduk.

Önü boylu boyunca uzanan üzüm bağlarıyla kaplı 2 katlı mütevazı bir bağ evi, ev sahibesi Uğur Hanım, belli ki adanın turizm gelirinden o da payına düşeni almak istiyor. Evde kullanmadıkları odaları adaya gelen misafirlere kiralıyor. Çantalarımızı bırakıp biraz dinlendikten sonra denize girmek istediğimizi söyleyerek Uğur Hanım'dan tavsiyeler istedik. Şöyle bir dışarıya bakıp kolundaki saati kontrol ettikten sonra bu saatlerde az rüzgarlı olan Ayazma Plajı'na gidebileceğimizi söyledi, ulaşım konusundaysa "otostop çekebilirsiniz Ada'da kimseyi yolda bırakmazlar" dedi. Gezi boyunca sürecek olan otostop hikayeleri de böyle başlayacaktı....

https://www.youtube.com/watch?v=w1b4952YKDc